Dikotomik Körlükte Salınan Türkiye Siyaseti

Toplumsal rıza üretmede “başarılı politikacılar”, toplumsal talebi ya karşılayarak ya da maniple ederek yönetmekte başarılı olanlardır. Politikalarına göre siyasi söylem üretirler, bu söylem üzerinden kendi imajlarını da, toplumsal algıyı da yönetirler. Kısaca bu, iletişimdeki klasik Kaynak-Mesaj-Kanal-Alıcı diyagramı ve “Geri Bildirim” (feedback) yönetiminin amaç doğrultusunda başarılı koordinasyonu demektir.
Bir başka açıdan bakılırsa bu Habermasçı anlamda “İletişimsel Eylem”in yönetilmesidir. Zaten siyaset bir anlamda iletişimsel bir eylem değil midir? Çünkü ne ürettiğiniz, sorunları nasıl çözdüğünüz, kaynakları nasıl tahsis ettiğiniz bir yana, bunları halka nasıl ilettiğiniz ve halkın algısını nasıl yönettiğinizle başarıyı yakalarsınız.
Nihayetinde ilk seçimde toplumsal “Rıza Üretimi”ni başaramazsanız, sandığa gömülür gidersiniz. Rıza Üretimini AK Parti hükümetleri öyle ya da böyle uzun zamandır başardı. Kimine göre tüm medyayı tekeline alarak, kimine göre muhalif medyayı bastırarak yaptı. Fakat AK Parti hükümetleri bundan öte de bir başarı yakaladı, şöyle ki;
Yukarıda tarif ettiğimiz iletişimsel eylem yönetimi, “başarılı politikacılar” dediklerimizin etkinliğidir. Bunun bir adım ötesi de “çok başarılı politikacılar” diyeceğimiz segmenttir. Çok başarılı politikacılar, başarılı politikacıların ürettiği toplumsal rızaya ilaveten, siyasi rakiplerinin tamamını da yönetir. Buna da “karşıtını üretme ve yönetme” diyebiliriz. Öyle bir aksiyon geliştirirsiniz ki, reaksiyonları belirlersiniz. Zaten aksiyonun (etkinin) niteliği, kendi içinde reaksiyonun (tepkinin) niteliğini barındırır. Örneğin; bütün kadınlar esmerdir dersiniz, esmer olmayan kadınlardan reaksiyon alırsınız, geçerli tek mezhep Hanefiliktir dersiniz, diğer mezheplerden reaksiyon alırsınız, bu ülkede vatandaşların tamamı Türk’tür dersiniz, Kürtlerden, Çerkezlerden, Araplardan reaksiyon alırsınız. Böylece hem sosyolojik “iç grubu” yani “biz”i tarif eder, pekiştirir ve arkanızda saf tutmalarını sağlarsınız, hem de “dış grup”, yani “öteki”yi üretmiş olursunuz. Siz kendi durduğunuz yeri belirlerken, o seçimle birlikte karşınızdakini de belirlemiş, üretmiş olursunuz.
Eğer söylem üretmede ve o söylemi topluma iletecek iletişim araçlarında da olanaklarınız genişse (ki iktidar ulusal medyanın önemli kısmını yönlendiriyor) o zaman siz gündemi hem belirler hem de yönetirsiniz. Zaten “öteki” diye karşı kutbunuzu belirlemişsiniz, sosyolojik dayanaklarını biliyorsunuz, hassas bölgelerini ezberlemişsiniz; dilediğiniz zaman sinir uçlarına dokunur, dilediğiniz gibi yönlendirirsiniz. Yani siz tıpkı karşıtınızı ürettiğiniz gibi, onun söylemini de üretirsiniz. Kendi söyleminizle, onun ne söyleyeceğini belirlersiniz. Her defasında o da sizin etkinize tepki verir. Hangi tele dokunduğunuzda hangi sesi çıkaracağını biliyorsanız, enstrüman gibi çalarsınız. İşte bu da tadından yenmez bir siyasi konfor sağlar ve AK Partinin son on yıldır yaşadığı budur. Bir dikotomi oluşturulmuş ve iktidar tarafından başarılı şekilde yönetiliyor.
Bu dikotomik durumun üretilmesinde, yeniden üretilmesinde ve yönetilmesinde tek araç (medium) medyadır. Çünkü klasik kitle iletişim (Kaynak-Mesaj-Kanal-Alıcı) diyagramının “Kanal” halkası bu durumda medyadır.
Medya siyasi söylemi kitlelere taşır, taşırken de kendi sosuna bular, boyar, renklendirir, açıklar ve ikna edici hale getirir. Çoğunlukla siyasi manadaki “toplumsal rıza üretimi” medyanın tercümesi, meşrulaştırması, açıklaması, ikna edici hale getirmesi sayesinde mümkün olur. Medyanın sosu veya renklendirmesi olmazsa, siyasiler genelde renksiz, yavan, kasıntı, üstten bakmacı ve hatta topluma itici bile gelebilirler. Haliyle olumlu etkiyi yaratmaları tamamen kendi başarıları değil, belki %80’ni medyanın başarısıdır. O zaman dikotomik çıkmazın da, karşıtının söylemini yönetmenin de, özetle bu günkü kısır tartışmaların da önemli sorumlusu medyadır.
Bir dikotomik siyah-beyazlaştırmayla karşı karşıyayız. Tüm renkler yok edilmiş, saklanmış, ya da ışıklar söndürüldüğü için siyah-beyaza indirgenmiş. Toplum körleştirilmiş ve varsa yoksa Erdoğan taraftarlığı veya Erdoğan karşıtlığına yönlendiriliyor. Sanki ülkenin tek derdi koltukta kimin oturduğudur. Varsa yoksa Erdoğan’ı kim yener, en çok oyu kim alır, kimin şansı daha yüksek tartışmaları. Sanki Erdoğan’ı yenmekle tüm sorunlarımız mucizevi şekilde çözülecek. Hiç birinin kayda değer bir çözümü yok (varsa da toplumda karşılık bulmuyor, inandırıcı gelmiyor, umut vermiyor), sadece “ganimet siyaseti” kuyruğunda sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar gibi. Varsa yoksa Erdoğan’ın getirdiği başkanlık sistemi mi yoksa parlamenter sistem mi tartışması. Sanki biz buraya o parlamenter sistemden gelmedik, sanki tüm bunların tamamı o sistemden doğmadı, sanki parlamenter sistemde gerçekten güçler ayırımı, denge-denetleme sistemi çalışıyordu. Zaten mesele sistemin krallık mı, başkanlık mı, parlamento mu, senato mu olduğundan ziyade nasıl işlediği ve demokratik değerlerin ne kadar içselleştirildiği değil mi?
Özetle; birileri bir yerde siyaseti bu dikotomik zemine indirgemiş, kendisini ve sosyolojik iç grubunu tarif etmiş, böylece karşıtını, dış grubu tarif etmiş ve yönetiyor. Medya sayesinde dilediği söylemi üretiyor ve karşı söylemi de üreterek yönetiyor. Medya da toplumu körleştirerek bu dikotomiye sıkıştırıyor. Erdoğan karşıtlığı ile bir körlüğe sıkıştırılmışız. “Parlamenter sisteme mi yoksa başkanlık sistemine mi destek veriyorsunuz”, “Erdoğan karşıtı mısınız, yandaşı mısınız”…?
Biz gıda fiyatlarını, et fiyatlarını, konut fiyatlarını, yakıt fiyatlarını tartışmak istiyoruz. Biz üretimi bırakan çiftçinin sorunu, zincir market karşısında kepengi kapatan esnafın sorunu, işsiz gencin sorunu konuşulsun istiyoruz. Hatta sorunu konuşanlardan, sabah akşam sorunu seslendirenlerden bıktık, gerçek, uygulanabilir çözümleri olanları dinlemek, konuşmak, tartışmak istiyoruz. Bizim Erdoğan’dan veya karşıtlarından daha acil ve daha önemli sorunlarımız var. Biz koltuğa kim oturmalı sorusundan önce, oturacak kişinin sorunları çözme kapasitesi var mı yok mu, bu konuşulsun istiyoruz. Oturanın mezhebini, cinsiyetini değil, liyakatini, vasıflarını konuşmak istiyoruz.
Ne yandaşız, ne de karşıtız; çünkü ikisi de aynı şeydir. İkisi de aynı merkezden üretilen ve yönetilen, paranın yazı-tura yüzleri gibi, aynı paranın sadece diğer yüzüdür. Medya da bu körlüğü sürdürmenin en büyük sorumlusudur. Tarih bunu böyle kaydedecektir.