Kürt Sorunu (aslında) Nedir ve Kaç Boyutu Vardır

Sorunu doğru şekilde tespit etmez, tanımlamaz, teşhis etmezsek, doğru çözümleri geliştiremeyiz. Öncelikle sorunu tüm boyutlarıyla doğru şekilde anlamaya çalışmalıyız. Zira bu çok boyutlu bir sorundur ve tek bir boyuta indirgemek sadece anlaşılmasını ve doğru çözümün geliştirilmesini zorlaştırır.
Soruna Hangi Gözlükle Bakıyorsunuz?
Soruna hangi gözlükle baktığınıza bağlı olarak, aynı sorun farklı şekillerde/renklerde görünebilir. Devlet gözlüğü ile mi bakıyorsunuz, Kürtlerin gözlüğü ile mi bakıyorsunuz; çocuğu PKK saflarında ölen bir ailenin gözlüğü ile mi bakıyorsunuz, yoksa çocuğu PKK tarafından öldürülen bir ailenin gözlüğü ile mi bakıyorsunuz; Türkiye’nin batısında yaşayan ve sorundan sadece ekonomik olarak etkilenen birinin gözlüğü ile mi bakıyorsunuz, yoksa sırf Hakkari’de doğmuş olduğu için ne eğitimde, ne işe girmede, ne terfide yarıştığı emsallerinin fırsatlarına sahip olamamış bir gencin gözlüğü ile mi bakıyorsunuz; asla sosyal temasa girmemiş, medyanın dezenformasyonuna tabi milliyetçi birinin gözlüğü ile mi bakıyorsunuz, yoksa köyü yakıldığı için bir kentin varoşlarına apar-topar sığınmış, kağıt toplayarak geçinen gencin gözlüğü ile mi bakıyorsunuz?
Türkiye’de Kürt sorununu ele almanın temel zorluklarından biri “sorunu tanımlama” problemidir. Literatürde ve söylemde bu sorunun farklı şekillerde tanımlanması başlı başına bir probleme sebep olmaktadır. Her tanımlama, soruna yaklaşımdaki farklı önkabullere dayanmakta ve bu önkabullerden bazıları sorunun yeniden üretilmesinde ve pekiştirilmesinde başlı başına bir işlev görmektedir. Sorunu, “bölücülük”, “terör”, “devlete karşı dış destekli isyan” mukabilinden güvenlik üzerinden tanımlamalar, sorunun çözümüne dönük kullanılacak araçların niteliğini farklılaştırdığı gibi bu araçları aynı zamanda meşrulaştırmaktadır. Aynı sorun, “eğitim eksikliği”, “kalkınamamışlık”, “işsizlik”, “eşitsizlik”, “siyasal katılımdaki zorluklar” şeklinde tanımlandığında, bu defa kullanılacak araçların niteliği değişecektir. Benzer şekilde sorun, bir “kimlik”, “kültür”, “anadil”, “adalet”, “demokrasi” vb. şeklinde tanımlandığında yine çözüm için farklı araçların kullanılmasını gerektirmektedir.
Kürt Sorununu=PKK Değildir
Cumhuriyet tarihinin başlarından yakın zamana kadar Kürt sorununun tanımı devlet merkezli güvenlik sorunu olarak yapılagelmiştir. Bu tanımlama, doğal olarak sorunun çözümü için güvenlik (asker/polis/istihbarat/yargı) güçlerine havale edilmesini meşrulaştırmıştır. Ne var ki tanımlamadaki bu isabetsizlik ve çözüm için kullanılan araçlar sorunu çözmek bir yana daha da derinleştirmiş ve yaymıştır. Bu tanımlamanın ve çözüm araçlarının bizzat kendileri de sorunun yeniden üretilmesi ve pekiştirilmesinde önemli bir katkı sağlamıştır.
Türkiye’de Kürt sorununu tanımlamak, her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşı olan Kürtlerin sorunlu ilişkisini tanımlamaktır. Devletin kuruluş yıllarından itibaren, kurucu kadronun zihnindeki ulus devlet projesinin “ulus”unu tasavvur ve tanımlamada, Kürtlerin bu tanımlamaya “uygunsuz” konumu sorunun temelini teşkil etmektedir. Çünkü ulus devlet, ulusu “Türk” olarak tasavvur etmektedir (her ne kadar buradaki Türklüğün sadece üst kimlik olduğu söylense de, Kürtler bunu etnik Türklük olarak algılamış ve kendi kimliklerinin asimilasyona tabi tutulması endişesi ile tepki vermiştir) ve Kürtler Türk olmayışlarıyla sorun olarak ortada kalmaktadırlar. Bu durumda ya gönüllü olarak Türkleşeceklerdir ya da çözülmesi gereken sorun kategorisinde kalacaklardır. Haliyle Kürt Sorunu, aslında yeni kurulan “Türk Ulus Devleti” sorunudur, zira Kürtler başından beri Kürt’türler, durumlarında bir değişiklik olmamıştır; değişen yeni kurulan devletin “tek ulus” fikrine dayalı kurulmasıdır. Bu noktadan itibaren ve bundan sonraki süreçte Kürt sorununun nerdeyse her boyutu devlet ile doğrudan ya da dolaylı bir ilişki içindedir. Çünkü devlet ya “tek ulus” fikrine itiraz eden Kürtleri değiştirecektir, ya da “tek ulus” fikrinden vazgeçecektir.
Devlet, Cumhuriyet tarihi içinde ilki 1925’te Şeyh Said isyanıyla başlayan 25 Kürt isyanı veya kalkışmasıyla uğraşırken sürekli bastırma yöntemini kullanmıştır. Bastırma yöntemi çoğunlukla kanlı, şiddet içerdiğinden ve devlet gücü karşısında her defasında ezilen Kürtler olduğundan, içeride ve dışarıda insan hakları bağlamında itirazlar yükselmiştir. Devletin kendi vatandaşlarına karşı savaş uçaklarını, tankları, zırhlı araçları ve orduyu kullanmasının gerekçesini açıklaması güçleşmiştir. Zira Kürtlerin ellerindeki imkanlarıyla ülkeyi bölme ihtimali yoktur ve böyle bir iddiası da (PKK’dan önce) söz konusu değildir. Daha ziyade bölgesel bazda temel hak ve özgürlükler kapsamındaki taleplerinin karşılanması ile çözülebilir sorunların devlet gücüyle ezilmesi meşruiyet tartışmalarına neden olmuştur. Bu noktada PKK imdada yetişmiştir. PKK geniş alanda gerilla taktikleri ve karakol baskınlarıyla, uzun yıllar şiddet üretmiş ve hala da üretmektedir. Sonradan hedefini değiştirdiğini ilan etse de, kuruluşta “bağımsız Kürdistan” hedefini açıkça ilan etmiş ve eylemlerini sürdürmüştür. Bu da devletin tüm ağır silahları, uçakları, tankları kullanmasını meşrulaştırmıştır. Zira açık bir beka riski yoksa da, bir bölünme tehdidi vardır. Bu nedenle devlet PKK’dan itibaren Kürt Sorununu PKK’ya indirgemiş, eşitlemiştir. Oysa PKK 1978’de kurulmuş, 1984’te ilk silahlı eylemini gerçekleştirmiş, Cumhuriyet tarihindeki 25. isyandır. Fakat devlet sorunun tarihsel boyutunu ve PKK dışındaki temel hak ve özgürlüklerle ilgili tüm boyutlarını PKK battaniyesi ile örtmüştür.
Sorun da Çözüm de Artık Türkiye Sınırları ile Sınırlı Değil
Denilebilir ki, Kürt sorunu, cumhuriyetin ilk yıllarından yakın zamana kadar, devletin kurumsal yapılarıyla merkezde yer aldığı farklı olgu, olay ve aktörlerin etkisiyle oluşturulmuş, zaman içinde sürekli yeniden üretilmiş ve pekiştirilmiş bir toplumsal inşa sürecidir. Son yıllarda bu sorun, gerek Kürtlerin otokton yaşam alanlarının sınırlarla bölünmesi sonucu, sınırları içinde kaldığı dört devletin, gerekse de global ve bölgesel aktörlerin etki ettiği bir sorun haline yükselmiştir. Bu açıdan bakıldığında artık sadece “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kendi vatandaşı olan Kürtler ile sorunu” olmaktan çıkmıştır. Çünkü hem Türkiye sınırları dışındaki Kürtleri de içerdiği, hem o Kürtlerin de içeriye ve diğer parçalara ilgi gösterdiği, hem de dünyada ve bölgede başka aktörlerin de farklı saiklerle ilgi gösterdiği bir sorundur. Yani Kürt Sorunu, sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için bile artık sadece bir “iç sorun” değildir.
Dış aktörlerin bir kısmı insan hakları bağlamında ilgilense de, önemli bir kısmı stratejik, jeostratejik ve jeopolitik gerekçeler ile Kürt Sorunu veya Kürtlere ilgi göstermektedir. Bunlardan bazıları Türkiye üzerinde bazı hesaplar yapıyor da olabilir, bazılarının kendi eski coğrafyaları (yaşam alanları, yurtları) ile ilgili hevesleri ve hesapları da olabilir, bazıları Türklerin bu coğrafyada bulunmasından hoşnutsuz da olabilir. Bütün bunların dışında bazı ülkeler sırf kendi stratejik ve jeopolitik çıkarlarından dolayı da Türkiye’nin destabil kalmasını isteyebilir. Bütünü haklı olsa dahi, yine de çok boyutlu sorunun sadece birkaç boyutuna işaret eder. Sorun çok boyutludur ve bütün boyutlarıyla anlamaya çalışmalıyız.
Bizim Gücümüz Dahilinde Olanlar ve Olmayanlar
Sorunun bize bağlı olan, bizden kaynaklanan, bizim etki alanımız veya gücümüz ile çözebileceğimiz boyutları vardır, bir de bize bağlı olmayan, bizim etki alanımız dışında kalan boyutları vardır. Fakat bunlar arasında net şekilde gözüken bir ilişki vardır; biz, bize bağlı olanları, bizden kaynaklananları çözer isek, diğerlerinin etkisi azalır, silikleşir, gündemden düşerler.
Bu amaçla, Kürt Sorununun farklı boyutlarını ele alacağım bir yazı dizisini sürdürmeyi düşünüyorum. Böylece hem sorunun bize bağlı olan ve olmayan boyutlarını görünür kılacağız ve bizim gözümüzden kaçan başka boyutlarını da, başka araştırmacıların işlemesine zemin oluşturacağız, hem de çözüm için enerjimizi odaklayacağımız noktaları belirleyeceğiz.
Sorunun Bazı Boyutları
Daha önceki çalışmalarımda Kürt Sorununun (a) ‘kimlik sorunu olarak Kürt sorunu’, (b) ‘etnik milliyetçilik olarak Kürt sorunu’, (c) ‘eşitsizlik sorunu olarak Kürt sorunu’, (d) ‘demokrasi sorunu olarak Kürt sorunu’, (e) ‘çatışma alanı olarak Kürt sorunu’, (f) ‘devlet kademelerinde Kürtler’, (g) Türkiye’nin “Dış Kürtler”e (Suriye-Irak-İran Kürtlerine) bakışının Türkiye’deki Kürtlerde yarattığı rahatsızlık başlıklarını ele almıştım. Bu seride de, bu başlıkları tekrar hatırlatmayı faydalı buluyorum. Fakat bunlara ilaveten (h) ABD ve AB’nin Kürt sorununa etkisi, (ı) Rojawa Kürtlerinin bir statü elde etmesinin Türkiye’de Kürt sorununa etkisi, (i) Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin “Bağımsızlık Referandumu” ve bağımsızlaşmasının Türkiye’deki Kürt Sorununa muhtemel etkisi, (j) Narko-Dolar trafiğinin Kürt sorununa etkisi gibi başlıkları ele almayı düşünüyorum. Bunlara ilaveten sizlerin de sorunun burada gözden kaçmış boyutlarını hatırlatmanızı özellikle rica ediyorum. Paylaşımlarınız ve yorumlarınız inanılmaz bir katkı sağlayacaktır. Saygılarımla