Tüketimin Borç Köleliğinden, Tüketim Aracılığıyla Efendiliğe Geçiş Mümkün Olacak mı?
Tüketimin Borç Köleliğinden, Tüketim Aracılığıyla Efendiliğe Geçiş Mümkün Olacak mı?
Dr. Nurettin AYDIN[1]
“Eskiçağ toplumlarının birçoğunda halkın büyük bir bölümü toprağa bağlı yaşayan çiftçiler ve küçük el sanatları ile uğraşan zanaatkârlardan oluşmaktaydı. Tarım toplumu diyebileceğimiz bu toplumlarda tüm yaşam toprağa ve iklime bağlı olduğu için kötü ürün yıllarında, kuraklık olduğunda, salgın hastalıklar yaşandığında ya da gelir dağılımında adaletsizlikler arttığında birçok aile muhtaç duruma düşerek topraklarını ya da gelir kaynaklarını kaybediyorlardı. Hayatlarını idame ettirebilmek için yeterli gelir kaynağından yoksun kalan bu kimselerin ödeyemeyecekleri borçlar aldıkları, vadesi geldiğinde bu borçları ödeyemedikleri için bireysel özgürlüklerinden vazgeçtikleri hatta bazı durumlarda aile bireylerinin de özgürlüklerini feda etmek durumunda kaldıkları çivi yazılı kanun metinlerinde kayıt altına alınmıştır[2]”.
Çağımız insanı da tüketimin borç kölesidir. Hayatta kalmak için olmasa da, tüketim toplumunun alışkanlıkları, akran ve çevre etkisi, özenti, reklam ve pazarlama tekniklerinin ikna gücü ile tüketmeye mecburdur. Çünkü artık sadece tüketebildiği kadar vardır. Tüketmek ister fakat birikmiş stok alım gücü yoktur. O zaman köşe başlarında ona, birikmişi olmasa da, tüketebilmesini sağlayan seçenekler hazır beklemektedir.
Bedo adında hayali bir genç adam üzerinde anlatalım. Bedo bekâr, lise mezunu, askerliğini yapmış bir genç adamdır. Bir yavuklusu vardır ve evlilik hayalleri kurmaktadır. Arkadaşlarının en son model telefonlarını gördükçe iç geçirmekte, caddede geçen arabalardan birini elde etmeyi, uzak yıldızlar kadar parlak fakat soğuk bir düş gibi görmektedir. Acilen işe girmelidir ve gelir elde etmelidir. Günlerce ilanları taradıktan sonra nihayet asgari ücretli bir iş bulur. İlk altı ay sigorta yapılmayacakmış, şayet beğenilirse ondan sonra sigortası da yapılacakmış. Bedo hiç tereddüt etmeden işi kabul eder. Mütevazi bir ev kiralar ve ailesinden aldığı üç-beş parça eşya ile orayı donatır.
Şimdi bir geliri vardır. İlk iş bir telefon almak olacak. Ne de olsa üç-dört aylık maaşına denk gelir. Fakat hesabı yaptığında kira, elektrik, su, ısınma, yol, yemek gibi zorunlu giderleri düştükten sonra elinde kalan ile sıradan bir telefonu ödemek için bir yıl çalışması gerekmektedir. “Olsun, dünyaya kaç defa geleceğim” deyip alır. Ardından yavuklusu ile evlilik hayalleri kurar. Yavuklusu da bir iş bulur ve yuvaları için para biriktirmeye başlarlar. Bir yıl sonra (düğün masraflarını nasıl karşıladılarsa) evlenirler ve ikinci yılda da bir çocukları olur. Bedo ve eşi ikisi de asgari ücretle çalışan, bir çocuklu çekirdek ailedirler. Bebeğin ihtiyaçlarından arta kalan ile 24 aylık taksitle beyaz eşya alırlar. O arada beklenmedik giderler çıkar ve kredi kartlarının limitini aşarlar. Her ay asgarisini ödeyip birkaç ay sonra sıfırlamayı düşünürler, fakat düşündükleri gibi gitmiyor ve yüksek faizli borç bakiyeleri sürekli artıyor. Bir sene sonra asgari miktarını da ödeyemeyecek hale gelirler. Borcu kapatmak için tüketici kredisi çekerler, fakat masraflardan arta kalan gelirleri ile alacakları miktarı ancak 10 yılda ödeyebileceklerdir. Çaresiz alırlar ve on yıllığına borçlanırlar.
Bedo kredi kartı ekstreleri yüzünden batağa düşmese de, ev almaya kalkışsa en ucuz ev için en az yirmi yıl çalışacaktı, bir de araba hayalini gerçekleştirecek olsa, o ucuz araba için de en az on yıl borçlanacaktı. Bunların hiç birini yapmasa, çocuğun eğitimine yatırım yapsa yine yirmi, yirmi beş yıl borç ödeyecekti.
Hülasa Bedo’nun şartlarına benzer milyonlarca insanın olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve büyük kısmı, kredi kartları ekstresini çevirme veya tüketici kredisi ödeme adına borç kölesi olmuştur.
Bedo’nun Zincirleri Nelerdir
- Bedo borcunu bitirene kadar işten atılmayı göze alamaz. Ücretsiz fazla mesaiye kal deseler kalır, hafta sonu ve bayramları da ücretsiz çalış deseler itiraz edemez. Eşi de aynı durumdadır.
- Bedo ve eşi daha iyi bir iş aramak için birkaç aylığına bile istifa edemezler.
- Bedo sağlıksız ortamda çalışmaya itiraz edemez, sigortasız çalışması istenirse karşı çıkamaz. Aynı şekilde eşi de öyle.
- Bedo bir sendikaya üye olma riskini de göze alamaz. Çünkü “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış” gerekçesiyle işten atılırsa, bunu ispatlayamaz ve bir daha iş de bulamaz.
- …
Bedo ve eşi köle değildir, mahpus değildir, görünüşte hür ve çalışan sağlıklı insanlardır. Peki gerçekten özgür olduklarını söyleyebilir miyiz?
Bedo ve eşi gibi milyonlarca insan borç kölesidir ve bunun bilincinde dahi değildir. Çünkü onlara bazı tüketim alışkanlıklarını enjekte eden sistem, aralıksız olarak yaptıklarını normal gösterecek enformasyonu sürdürmektedir. Dünyada devasa bir sermaye birikiminin olduğu, yüzde birlik bir kesimin yedi milyar insandan iki kat daha fazla servete sahip olduğu bir çağda, Bedo ve çağdaşları tüketimin borç kölesidirler.
Tüketimin borç kölesinden beklenen iki şey vardır: 1) Sürekli yeni şeyleri tüketmeye istekli olmak, 2) Bu isteklerini karşılayacak gelirden yoksun olmak ve bunun için borçlanmak.
Şayet tüketim iştahı azalırsa sistem sekteye uğrar. Şayet yeterli gelire sahip olursa borçlanmaz ve böylece sistem yine sekteye uğrar. Çünkü bu defa kendisine dayatılanları uysallıkla kabul etmez, itiraz eder, isyan eder, sorgular. Mevcut sistemin içinde yüzde birlik bir kesim yedi milyar insandan iki kat daha fazla kazanırken, üstelik bu yedi milyar insan arasında bir buçuk milyarı açlık çekerken, yaklaşık üç milyarı da sefalet ve borç köleliği şartlarında yaşarken, nasıl oluyor da kimse buna itiraz etmiyor diye sorarsanız, cevabı işte budur.
Tüketim Aracılığıyla Kölelikten Kurtuluş Mümkün Olacak mı?
Birçok ülkede nüfusun küçük bir azınlığı hiper zengin, ezici çoğunluğu borç kölesidir. İtiraz etse yanında bekleyen işsiz, her tavizi vermeye mecbur milyonları görmektedir. Nasıl itiraz etsin ki?
K. Marx toplumsal dinamikleri sermaye sahipleri ile proletarya diyalektiği üzerinden kuruyordu. Geçinmek için emeğini satanlar (ki o zamanki teknolojik imkanlarda emek üretimin vazgeçilmez faktörlerinden biri idi) örgütlenirse, üretim araçlarının sahiplerini dengeleyebilir, bazı tavizler vermek zorunda bırakabilir, daha adil, daha eşitlikçi, daha insani bir sistem kurulabilir diye bir tez ileri sürmüştü. Fakat emeğin niteliği de değişti, emeğin üretim içindeki vazgeçilmezliği de makineler, robotlar, algoritmalar, yapay zekalar tarafından ikame edildi. Özetle bu sorundan kurtuluş için Marx’tan kimse çare beklemesin.
Bugün şirketlerin (sermayenin) ezici, talan edici, ekolojiyi tahrip edici, kirletici, sömürücü gücünü dengeleyecek bir “emek gücü” yoktur. Bunları denetleyecek bir otorite veya siyasi yönetim de yoktur. Çünkü yüksek sermayenin vergi gelirleri içindeki payları, medya ve reklam sektörü üzerindeki yaptırımları, siyasetin finansmanı üzerindeki etkileri, fon kaynaklı üzerinden “sivil toplum” üzerindeki etkileri ezici ağırlıktadır. Görüldüğü üzere devletlerden, medyadan, siyasilerden, sivil toplum örgütlerinden de umudumuzu kesmeliyiz.
Geriye ne kalıyor?
Geriye, kitleleri köleleştiren “tüketim”i, kitleleri özgürleştirme, dengeyi sağlama, talanı ve tahribatı yapanlara telefi ettirme gücene dönüştürme imkânı kalıyor. Bu bir imkândır, çünkü mümkündür.
Elimizde tüketicinin “tüketim tercihleri” imkanı vardır. Tüketici bir bütün olarak tüketimden vazgeçemez, erteleyemez, her halükarda temel bazı tüketimleri yapmak zorundadır. Fakat tükettiği ürünleri kimden alacağını tercih etme (monopol piyasa koşullarında erteleme) seçeneğine sahiptir.
Üreticilerin tüm sermaye birikimleri, dolayısıyla sermayeden kaynaklanan güçleri, ürettiklerinin tüketilmesinden birikmektedir. Trilyon dolarlık birikimler bile, aradaki tüm ara üreticileri ve basamakları geçip, nihai tüketiciye satılan ürünlere dayanmaktadır. Savaş uçağı yapanın müşterisi devletlerdir, fakat devletlerin gelir kaynağı vergi yükümlüleri, vergi yükümlülerinin de gelir kaynağı son basamakta sıradan tüketicilerdir. Borunun bir ucundan giren sıvı durduğunda, çıkış ucunda çıkan sıvı da kısa sürede duracaktır. Fabrika kuran fabrikaların müşterisi şirketlerdir, fakat zincirin devamında nihai müşteri her zaman sıradan tüketicilerdir. Bunca zenginliğin kaynağı sekiz milyar insanın gündelik yaşantısındaki tüketimlerdir. Sekiz milyar insanın gündelik yaşantıda tükettiği mal ve hizmetlerin satışı durduğunda tüm sistem durur. Tüm zenginlikler çöp olur. Sermayeden gelen güçleriyle kükreyen tüm aslanlar pisi, hatta fareye dönüşür.
Nasıl olacak?
Tüketici Ağları Örgütlenmesi
Bir tek şey gerekmektedir: yeterli miktarda tüketicinin enformasyon teknolojileri aracılığı ile örgütlenmesi ve bazı dengesizlikleri dengelemek için bilinçli davranması.
Bazı temel ilkeler belirlenir ve uymayanların ürün ve hizmetleri boykot edilir. Hepsi bu! Bu son derece etkili, yaptırımı yüksek bir eylemdir. Hiç şiddet kullanmadan, devrim yapmadan, kimseyi rahtsız etmeden, tüketim tercihlerimizi, koşullara uyanlara yönlendirdiğimizde, şikayet ettiğimiz bu tüm dengesizlikler dengeye gelir.
Eğer tüketiciler örgütlenirse; yerel, ulusal veya global düzeyde, internet tabanında yeterli tüketici birbiri ile danışıklı örgütlenir ise, beğenmediği üretimleri ve sahiplerini boykot ederek dengeyi sağlayabilir.
Tüketiciler örgütlü olursa, kirli üretim yapan firmaların ürünlerini boykot ederek temiz üretime zorlayabilir ve kirlettiklerini temizlemeye, telafi etmeye zorlayabilir.
Tüketiciler örgütlenirse büyük zincir marketler yerine küçük üretici örgütlerini ve perakende ağlarını tercih ederek rekabette güçlendirebilir.
Tüketiciler örgütlenebilirse büyük sermayenin bazı sektörleri küçük üreticiler için terk etmeye ikna edebilir. Aksi halde büyük üreticilerin tüm sektörlerdeki üretimlerini ve iştiraklerini boykot ederek onları piyasadan silebilir.
Tüketiciler aynı zamanda seçmenler oldukları için, yeterince örgütlendiklerinde hükümetleri tabiatın temizlenmesi ve temiz korunması, gelir adaleti, küçük işletmelerin korunması, büyük sermayenin bazı alanlar ile sınırlanması gibi yasal düzenlemeleri yapmaya zorlayabilir.
Tüketiciler örgütlenirse yoksul ülkelere, açlık çeken insanlara ve hayvanlara daha adil bir dünya yaratabilir.
Kim, hangi ülke veya hangi şirket, ne kadar zengin olursa olsun, eninde sonunda sekiz milyar tüketicinin harcamalarına bağımlıdır. Üretim tarafını, sermayedar tarafını, vahşi kapitalizm tarafını dengeleyebilecek ve terbiye edebilecek olası bir güç tüketicilerdir. Eğer tüketiciler örgütlenirse denge sağlanabilir.
Kölelikten efendiliğe geçiş belki mümkündür, ancak insani olan ne kölenin ne de efendinin olmadığı bir düzendir. O yüzden başlıktaki borç kölesini efendiye dönüştürme ifadesi, erekten ziyade ironinin altını çizme amaçlıdır.
Gerçekten de milyarlarca insanı tüketimin borç kölesi olmaktan, yine tüketim aracılığıyla, bu defa terazinin karşı kefesinde denge unsuruna dönüştürmek mümkündür.
NOT: konu hakkındaki yorum ve fikirlerinizi www.birliktebasaralim.org üzerinden benimle paylaşmanızı özellikle rica ediyorum.
[1] Dr. Nurettin AYDIN: Siyaset ve Sosyal Bilimler (PhD), MBA, İktisat, Felsefe, Sosyoloji, Uluslararası İlişkiler, Endüstri Müh. Halkla İlişkiler, Elektrik eğitimlerine sahip multidisipliner araştırmacı, Sosyal Girişimci ve Yazardır. [2] Borç Köleliği tanımı için doğrudan alıntı: “Arş. Gör. Mehtap DİNÇER (2017), ÇİVİ YAZILI KANUN METİNLERİNDE “BORÇ KÖLELİĞİ” OLGUSU, ASOBİD ● Amasya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt/Volume 1 ● Sayı/Issue 1 ● Haziran/June 2017 ● Sayfa/Page: 21-40” makalesinden alınmıştır.